Tasavvuf anlayışını daha iyi anlamak için okulumuzun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni Önder Aksoy ile bir röpörtaj yaptık. Kendisine bilgilerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederiz.
Soru: Tasavvuf
anlayışı ve İslam dini arasındaki farklar ve benzerlikler nelerdir?
Önder Aksoy: Tasavvuf aslında İslam dininin mistik yönünü oluşturuyor. Hz.Muhammed'inbir takım özellikleri
var, sade bir yaşam sürüyor. Züht deniyor tasavvufta buna. Yani
varlığını insanlarla paylaşıyor, yardımsever bir insan, cömert bir insan,
zenginliğe ve şöhrete önem vermiyor, bütün insanlığın mutluluğunu isteyen bir
özellik taşıyor. Dolayısıyla mutasavvıf özellikler ikinci asırda, Hasan
Ali Basri adında büyük bir bilge insanın öncülüğünde başlanmış bir
harekettir ve Hz. Muhammedin bu yönünü ön plana çıkartarak islam dininin sevgi
boyutunu yaşayan kisilerden oluşur. Aslında bir protesto hareketi tasavvuf. İlk dönemde
Müslümanlar fakir bir yaşam sürerlerken sonraki dönemlerde fetihlerle birlikte
büyük zenginliklere ulaştılar ve ardından da şöhretin, paranın peşine koşan
insanlar oldu. Hasan Ali Basri, "Bu parayı ve söhreti
sadece kendiniz için istiyorsunuz. Oysa din bunu bizden istemiyor. Hz. Muhammed
bu şekilde yaşamadı. Bize bir hırka bir lokma yeter." dedi. Mutasavvıflar yünden yapılmış
hırkalar giydiler. Suf deniyor onlara. Ve protesto ettiler yaşam tarzını. Çünkü
insanların bir kısmı çok zengin ve refah içinde yaşarken halkın çoğunluğu
sefalet içinde yaşıyordu.
Soru: Tasavvufun son aşamasında bazı Tanrıya ulaşanlar
“En-el Hak” diyorlar. Bu yüzden de bazı din adamları tasavvufa karşı çıkıyor.
Bu konu hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Önder Aksoy: Tasavvufta nefsin
bir takım tabakalardan oluştuğu ifade ediliyor. Bunlardan bir tanesi Kamile. Kamile
tanrıyla bütünleşme demek. Yani insanın kendini hiç hissetmesidir. “Ben yokum, o
var.” Anlamına geliyor.
Soru: Bu yanlış
anlaşılıyor değil mi?
Önder Aksoy: Tabi ki özellikle
cahil insanlar tarafından medrese hocaları ve medrese eğitimi görmüş insanlar
tarafından eleştiriliyor ve “Sen kendini Tanrı mı zannediyorsun? Sen nasıl
Tanrı olabilirsin?” diyorlar. Çünkü bu Hinduizm'deki panteist düşünce ile
karıştırılıyor. Panteist felsefede evrenin bütün parçaları Tanrı’nın parçaları olarak
kabul ediliyor. Bu yaklaşım İslam açısından yanlıştır. Çünkü İslam’da
“En-el Hak” da kişinin kendini yok sayması, Allah’ı var kabul etmesi var. Bir
de evrendeki her bir görünen görünmeyen canlı cansız varlığın Tanrı’nın
tecellisi şeklinde bir algılama var. Oysa panteist felsefede her şey Tanrı’nın
kendisidir.
Soru: Tasavvufun
günümüzde etkileri nelerdir?
Önder Aksoy: Günümüzdeki
etkisi özünden uzaklaşmış durumda. Zaten tekke ve zaviyelerin kapatılması
dönemine baktığınız zaman (1925) tekke ve zaviyeler tamamen tembel, uyuşuk,
kafası çalışmayan insanların toplandığı mekanlar haline gelmişti. Dolayısıyla da çok
doğru bir kararla kapatıldılar. Çünkü önceki dönemlere baktığımız zaman
tasavvuf bilgi ve çok iyi bir eğitim gerektirdiği için entellektüel insanların
uğraştığı bir alandı. Çok hassas konularla uğraşıyolar. Bunları anlamak,
kavramak, idrak edecek bir zeka gerekiyor. Bunlar yoksa bu kişi sadece kuru
taklit yapar. Bu, o kişiyi saçma uygulamalara götürür ve bu da dinin
istediği bir şey değildir. Bu yüzden tekke ve zaviyeler kapatıldıktan sonra
Türkiye’de bu sefer cemaatler başladı. Cemaat ve tarikat farklı şeylerdir.
İçerik olarak benzer yanları vardır. Fakat cemaatlerin tasavvufi yönleri
yoktur. Dolayısıyla bu Türkiye’de yer altına çekildi. Bu insanlar bunları legal olmadan devam ettiriyolar. Ne
kadar sağlıklı olduğu tartışılır.
Soru: Hala
mutasavvıflar mevcut mu?
Önder Aksoy: Evet. Tasavvufta yol göstericilere mürşid deniyor. Bu
kişilerin çok iyi bir eğitim alması gerekiyor ve bir mürşid tarafından
yetiştirilmesi lazım. Usta- çırak ilişkisi şeklinded. Böyle bir eğitimden
geçtikten sonra tarikatın başına gelmesi söz konusudur ve bir zincir olması
gerekiyor. Günümüzde bunların hiçbir tanesinde bu yapı yok. Çok zeki bir insan
tarikatin içine girip sonra hemen mürşid olabiliyor. Böyle bir mürşidin ne kendine ne
tarikatteki insanlara bir faydasi vardir.
O yüzden de düzgün bir insan yetişmiyor. Oysa baktığımız zaman Mevlana,
Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, yüzlerce bilge insan tarikatlerde yetişmiştir.
Tasavvu edebiyatını düşünün. Edebiyattan tasavvufu kaldırdığınızı düşünün.
Geriye hiçbir şey kalmaz. Fakat günümüzde maalesef olumsuz bir tabloyla karşı
karşıyayız.
Soru: Sanata yani müziğe, filmlere, güzel
sanatlara tasavvufun bir etkisi olmuş mudur?
Önder Aksoy: Mutasavvıflar çok
hassas insanlardır. Edebiyatla, sanatla uğraşırlar. Bunların sebebi de
Tanrı’nın yarattığı her şeyin güzel, estetik olduğuna inanmalarıdır. O estetik
sese, müziğe yansıyor. Dolayısıyla müzikle uğraşıyorlar ki o estetik de göze
duygulara yansısın. Mutasavvıflar mutlaka bir sanatla uğraşırlar. Örneğin, hat
ve minyatür sanatı ile.
Soru: Resim ve tablo
yok değil mi?
Önder Aksoy: Evet, tablo
yerine minyatürle uğramışlardır. Minyatür 2 boyutludur. Resimdir aslında.
Fakat resme olumsuz bir yaklaşımları vardır. Bu da yine medreselerdeki bakış
açısındandır. 2.dönemde medreselerden pozitif bilimler çıkartılmıştır. Sadece dini
ilimler öğretilmiştir. Bu da beraberinde “Din dışındaki her şey anlamsızdır.” düşüncesini getirmiştir. Dolayısıyla bu işlerle uğraşan insanları da aşağılamışlardır. Bu
yüzden de insanlar korkularından resim yapamamış, müzikle uğraşamamışlardır.
Devlet de genelde medreseyi dikkate aldığı için olumsuz tabloyu maalesef ortaya
çıklarmışlardır. Yani resme olumsuz bakılmasının temel sebeplerinden biri de medresedeki bu yapının bozulmasıdır.
Soru: Tasavvuf
edebiyatının batıya bir etkisi var mı?
Önder Aksoy: Batı’da
klasiklerle karşılaştırdığımız zaman farkı görebiliyorsunuz. Mesela bir insan
sadece batı klasiklerini okumuş. "Müthiş eserler!" diyor. Öyleler de gerçekten. Ama aynı
dönemde doğu klasiklerine bakın, mutasavvufların yazmış oldukları eserlere
bakın. Gerçekten aralarında çok önemli farkları görebileceksiniz. Tabi ki bu
eserler batıyı da etkilemiştir. Zaten birçok batılı yazarı İbni Sina, Farabi,
Mevlana, Yunus Emre gibi kişiler etkilemiştir. Bu insanların felsefeleri çok
iyi biliniyor. Fakat biz bunun farkında değiliz ne yazık ki. Bir örnek vereyim. Bir batılı
“Batı klasikleri bir cevizin etrafında cevizin içine ulaşmaya çalışıyor. Fakat
kabuğu geçemiyor. Doğu klasikleri (mutasavvıflar) cevizin içinden bahsediyor.
Okuduğunuz zaman cevizin içini yemiş oluyorsunuz. Yolları aynı ama bir tanesi
içinden bir tanesi dışından.” diyor. Böyle bir yaklaşım var. Tabi ki karşılıklı
bir etkileşim var. Bir de bu mistik yön sadece tasavvufa ait bir şey değil.
Uzakdoğu felsefesine bakın (mesela budizm) tamamen bu felsefe üzerinedir. “8
dilimli yol” vardır. Nefsin tabakaları ise 7 tanedir. 7 rakkamı aslında
değişebilir. Yani evrenin devam ettğiini gösterir. Evren 7 günde yaratılmış, gök 7 katmanlı vs. Fakat bu devam ediyor. 8,
sonsuzluğu ifade eder. Şekline bakın (oo), o da sonsuzluğu ifade ediyor. 8,
olgunluk anlamına geliyor. İşte bu da “7 dilimi geçtiğiniz zaman “nirvanaya” ermiş oluyorsunuz.” diyor. 8’e
aslında biz “En-el Hak”, onlar “nirvana diyor. Cenneti sembolize ediyor.
Cehennem 7, cennet 8
tabakadan oluşuyor. Yani cehenneme giden kişinin kurtulma ihtimali var.
Çünkü 7 devam eder. Cennete gidildiği zaman sonsuzluk elde edilmiş oluyor.
Birçok kültürde 7 ve 8 benzer anlamlara gelir. Uzakdoğu, Batı ve Doğu
kültürlerinde farklar ve benzerlikler aynı. Mesela eski Türk
İmparatorluklarında yıldızlarında 8 köşeli yıldızlar kullanılıyor. Yani
imparatorluklarının sonsuza kadar olacağını söylüyor. Selçuklar’daki yıldız 8
köşelidir, örneğin. Benim ilgimi çok çeken bir şey daha var. Bursa’da Orhan Gazi’nin
türbesi var, Osmanlı Devleti’nin kurucusu. “Benim türbemi 8 köşeli yapın.”
demiş ve türbe şuan 8 köşe üzerinedir. Osman Gazi’ninki karedir, onunki
sekizgendir. Bu yaptırmasının sebebi bu toprakların onların olacağına
inanmasıdır. Böyle bir felsefeyle devleti kurmuş ve o devlet de 600 yıl Dünya’ya
hükmetmiştir. Böyle de ilginç bir hikaye var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder