19 Şubat 2013 Salı

Vecd Hali Gözlemi


Vecd esnasında bazı paranormal durumlar, fizyolojik sıra-dışılıklar da gözlemlenebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’da tarikatları araştıran parapsikolog Carl Vett, Beyoğlu’nda, bir Rifai zikrinde yaşanılanları şöyle anlatıyor:
“Rifai dervişlerinin ayinleri genellikle şeyhin maddeye karşı mananın üstünlüğünü göstermesiyle sona erer. Zikre katılanlar, kendilerinin tığ gibi kesici aletlerle kesilmelerine izin verirler. Hatta bu durumda vücutlarının iç organları görünecek derecede açılmasına rağmen kan çıkmadığı görülür. Şeyh, bu yaraları sadece tükürüğü ile ıslatarak tedavi eder. Daha sonra yaranın kenarlarını bastırır, yaraya üfler ve şeyhin içindeki ruh yaraları iyileştirir. Yara izi çok zor belli olur.”
“Bazı tarikatların zikir meclislerinde müzik eşliğinde bedensel ritmik hareketlere ve danslara, sesli tekrarlanan sözler eşlik ederek vecde gelen dervişler yaşadıkları bu hali, bedenlerine uyguladıkları, normalde acı veren uygulamalar, kor halindeki masayı yalama, vücuda şiş batırma, yanağını delme gibi eylemlerle delillendirirler. Tüm bunlar olurken vücutlarından bir damla kan akmaz.”


kaynak: http://www.reikiyasam.com/genel/tasavvuf-ve-sufilik/614-sufilerin-vecd-hali.html


Rufi Gülü


Yukarıda gördüğünüz 19. yüzyıldan kalma bir Rufi Gülü'dür. Rufailerin ucunu kızdırarak ağızlarına soktukları tarikat eşyasıdır.

Tac-ı Şerif

Her devir ve her alanda başlık insanların sosyal özelliklerini belirleyen bir işaret niteşiği taşımıştır.

Bütün tarikatlarda kendilerine uygun destar sarma türleri ile ayrı ayrı renklerde çeşitli başlıklar(Tac-ı Şerifler) kullanılmıştır. İslamiyet'te yüz seksenden fazla tarikat ve kolları bulunduğu için o kadar çok tipTac-ı Şerif vardır.

Mevleviler keçeden yapılmış sikkelerin kenarına siyah ve yeşil renkte destarlar dolayarakü makamına göre serpuşlar kullanmışlardır.



Sufizm ve Doğuşu


İslamiyetin doğuşundan yaklaşık iki asır kadar sonra genişlediğicoğrafyada asırlardan beri yaşayan milletlerin İslamiyetin etkisine girmesiyle kendi kültür, inanç ve yaşam tarzlarında birçok farklılıklar olmaya başlamıştır. Bunun neticesinde Hicretin 5. ve 6. asırlarında İslam coğrafyasında çeşitli mezhepler ve meslekler görülmeye başlamış, hükümdarların şahsi ve siyasi ihtirasları bunların ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır.
İlk 'sufi' olarak nitelendireceğimiz kişi Suriye'deilk zaviyeyi kuran Küfeli Ebu Haşim olup sonra Süfyan-ı Servi (H. 168-M.784), eski Hristiyan keşişlerinin yerleştiği Mısır'da yetişen Zu'n-Nun, Horasanlı Bayezid-i Bestami, Hallac-ı Mansur ve Cüneyid-i Bağdadi gibi birçok mutasavvıflar görüşlerini bütün engellemelere ve isnatlara rağmen yaymaktan geri durmamışlardır.

Galata Mevlevihanesi'ne Gezi (6 Şubat 2013)


Projemiz kapsamında ilk gezimizi Galata Mevlevihanesi'ne gerçekleştirdik. Sabah 11'de Beyoğlu'na vardık. Galata Mevlevihanesi Galata'nın hemen başındaydı. Bu mevlevihaneye girmeden önce dikkatimizi çevredeki çeşitli sahaflar çekti. En güzel bulduğumuz sahafa girdik. İçerisi birçok kitapla doluydu. Her yer de kitap yığınları, duvarlarda 60lı yıllardan kalma posterler, raflarda ise eski oldukları her hallerinden belli plaklar vardı. Buranın tarihi büyüsü içinde kaybolmuşken sahafın sahibi tarafından konumuzla ilgili kaynakların olduğu kısma yöneltildik. Sahibi, proje konumuza ilgi ile yaklaştı ve tasavvuf inancının sadece dini bir tutum olduğunu değil ahlaki bir yaşam biçimi olduğunu, bu sebeple bizi takdir ettiğini söyledi. Tasavvuf ile ilgili bölümü inceledik. Çok eski tarihli kitaplar bulduk, hepsi birer tarihi eser niteliğindeydi. Kitapları inceledikten sonra Mevlana'nın hayatı ve tasavvuf anlayısının anlamı konulu iki kitap seçip sahaftan çıktık. 














Galata Mevlevihanesi'nin kapısından geçtiğimizde Mevlevihane binasına giden yolda Şeyh Galib Türbesi’ni gezdik. Daha sonra mevlevihanenin müze kısmına girdik. Kapıdan girer girmez tasavvufi bir ezgiyle karşılandık. İçerisi modern bir mimariye sahipti. Müze çeşitli bölümlere ayrılmıştı ve tasavvuf anlayışi da bu ayrı altbaşlıklarda incelenmişti. (Örnek: Tekke Musikisi, Edebiyat, Güzel Sanatlar...). Müzede o döneme ait kıyafetler, müzik aletleri, kitaplar ve eşyalar bulunuyordu.




Müzenin bu kısmını inceledikten sonra hala sema gösterilerine ev sahipliği yapan Semahane'ye geçtik. Dar bir merdivenden çıkarak ulaştığımız bu alan bir daire şeklindeydi ve ortada cilalanmış bir sahnevari bölge vardı. Bu alan dans gösterlerinin gerçekleştiği, içine girilmesi yasak yerdi. Bu gösterilerin izlenmesi için her yere sandalye konmuştu. Biz de bir pazar günü saat 4'teki bir gösteriye katılma kararı aldık.